Bir çift cam mavisi göz. Olabildiğince esmer bir ten. Biraz karışmış saçlar ve altında küçük bir beden.
Bir küçük kız dahil oluyor o gece hayatıma. Kalbime ve zihnime bıçak gibi saplıyor varlığını. Kalbimde ve zihnimde özenle sakladığım ne varsa darmadağın ediyor. Sarsıyor beni baştan sona. Betimi benzimi attırıyor. Bana yeni kararlar aldırtıyor. Döndürüyor yolumdan, başka yönlere sürüklüyor.
Çocuk sayıldığım bir yaşta rastlıyorum ona soğuk bir Kasım akşamı. Tam da kollarımı bağlamış, popüler kültürün hakim olduğu bir mekanda yanımda oturan arkadaşlarıma savaş açmış ve kahve tekliflerini net bir şekilde reddetmişken tüm dikkati kendine yöneltiyor.
Peşi sıra gelen “Tık,tık” sesleriyle adeta “Ben geldim.” diyor masamızı dışarıdan ayıran cama usulca vurarak. Hayatımda sanki hiç tesadüf olmuyormuşçasına kendini hikayeme katmaya çalışıyor. Hemen orada anlıyorum. Bu ne onun oyunu ne benim. Bu hayatın bir oyunu üzerimde kurgulanmış.
Alışık olmadığınız şeylerden bahsetmeyeceğim aslında. Size bir gerçeği daha da görünür kıldıracağım bu metinde. Tıpkı hayatın bana gerçekleri daha bir canlı gösterdiği gibi.
Yasmin bir küçük kız anladığınız üzere. Dilinin, dininin, ırkının bizi ilgilendirmeyeceği kadar küçük ve masum. Diğer tüm çocuklar kadar çocuk üstelik.
Elleri soğuk o gece, sanırım elleri soğuk her gece. Türkçe’si bozuk ancak anlaşıyoruz gözlerimizle. Sevgi bakıyor. Sevgi bakanı anlamaya çalışmak yine görevim oluyor. Sayılarla henüz hiç işi yokken uzattığı mendiliyle bana sayı satıyor.
Karanlık çökmüş çoktan. Birkaç saati aşsam eve dönmek için bedenimi korku çanları saracak bu coğrafyada biliyorum. Bir kız çocuğu olarak ben de karanlıkta yalnız olmaktan korkuyorum. Bir karanlık bedene çarparım diye elimi çabuk tutmam gerektiğini elbette biliyorum.
Mendilini almıyorum Yasmin’in. Hatta büyüklerin yaptığı gibi reddediyorum onu. Belki biraz sohbet edersem vicdanım rahatlar diye sorular soruyorum ona. Biraz sonra gidiyor, görüş alanımdaki bir köşede oturuyor.
Tam o anda varlığım bir ateşin içinde alev alev yanmaya başlıyor. Gözlerim buğulu, zihnim karmakarışık. Bir sıcaklık ki yakıyor içimi.
Yasmin hala oturmuş mendilleri bitirmeyi düşlüyor belli ki.
Telaşla yanına koşuyorum, cebimde birkaç çocuk parasıyla aldığım sevebileceği türden ufak atıştırmalıkları armağan ediyorum.
Ona ulaşmanın yollarını arıyorum.
Kendimce bir şeyler yapmaya yelteniyorum. Hoş geriye bir tek Yasmin’in adı kalıyor zihnimde gözleriyle beraber.
Önce polise ulaşmaya çalışıyorum. Bir çocuk 3-4 yaşlarında ve bu saatte neden burada diye anlatmaya çalışıyorum onlara. Üstelik çok soğuk elleri.
Ardından etrafımdakilere soruyorum telaşla. Neden? Ne gereği var böylesinin. Elden bir şey gelmez mi ki?
Sonra çarpıyorum yanımdan geçen insanların katılıklarına. İnsanlıksızlıklara derdimi anlatmaya çalşıyorum. Kimi “Biz alıştık artık sen de alış ”. diyor. Durduruyorlar beni. Susturmaya çalışıyorlar içimdeki sesi. İçimde bir şey yanmaktan yorulmaya başlıyor ne var ki direniyor.
Söz konusu bir cinayet bu.
Kan yok, ancak katil bir toplum var arkada. Gösteremiyorum bir türlü.
Direniyorum, direniyorum. Sonra uçmuş gitmiş tüm sözlerimle beraber Yasmin’i gözden kaybediyorum.
Tırnaklarım avuç içlerime saplanmış bir halde bir şey yapamamamın çaresizliğini yaşıyorum. Hatta o çaresizlikle o gece bir nevi ölüye dönüşüyorum
Eve dönüyorum. Rengim bembeyaz artık.
İnsana dair inancım kayıp.
Defterime akıtıyorum içimi. Bir o anlıyor dilimden diye telaşla ona koşuyorum.
Ve o gece kendi kendime bir Yasemin uğruna binlerce yasemin açtıracak olmanın sözünü veriyorum.